Bir yanda “giderlerse gitsinler” söylemi, bir yanda uzmanlıklardan kaçışlar, başka bir yanda adil ücret ve çalışma şartlarının sağlanmaması, diğer bir yanda taşeronlaşan doktorlar derken tıp camiasının sıkıntıları üst üste bindi. Biz de konuyu tüm boyutlarıyla TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile konuştuk ve ona “Anlat Doktor” dedik.
(15 Mart 2021 tarihinde Açık Radyo’da Diğerkâm programında yayınlanmıştır.)
Damla Özlüer: Herkese merhaba, Diğerkam’da Damla Özlüer ve sevgili program ortağım Rauf Kösemen’le berabersiniz. Bugün çok özel de bir konuğumuz var ve çok kritik bir mesele üzerine konuşacağız. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı bizlerle beraber. Hocam hoş geldiniz.
Şebnem Korur Fincancı: Merhaba, hoş bulduk iyi yayınlar diliyorum.
DÖ: Evet, bugün hocamla birlikte hekimlerin ve sağlık ortamının halleri üzerine diyeceğiz ve sürdürdüğünüz kampanyaya ben atıf yaparak sözü hemen Rauf’a bırakacağım. "Anlatın Doktor” diyeceğiz değil mi Rauf?
Rauf Kösemen: Evet, anlat doktor diyeceğiz ama şu anda süren bir grev var, dün başladı bugün de devam ediyor. Üstelik hekim camiasının ve Türkiye’nin gördüğü en kitlesel sağlık grevi olarak yaşanıyor. Biraz grev hakkında bilgi alalım hocamızdan, nasıl gidiyor neler oluyor? Sonra da temel başlıklar üzerinden bize anlatacağı şeyler vardır muhtemelen.
ŞKF: Eylemimiz şimdiye kadar olan en katılımcı grev oldu. Biz tabii uzun yıllardır özellikle sağlık sistemine ilişkin yaşanan ciddi tahribatı dile getiren, daha bu sistem değişmeden önce olabilecek tahribatları öngörerek paylaşan bir meslek örgütü olarak buna karşı hem bilgiyi üreten ve biriktiren hem de mücadele eden bir örgüt olduk. Fakat bu denli katılımla, bu denli hekimlerin yüreğinde hissederek içinde yer aldığı bir grev eylemi 40 yıllık meslek hayatımda anımsamıyorum doğrusu. Burada elbette hekimlerin özellikle son dönemdeki bu değersizleştirilmesi, hekimlik mesleğine yönelik yaklaşım ve özellikle de tam biz 14 Mart’a girerken “giderlerse gitsinler” söylemi etkili oldu. Üzüntülü ve öfkeliler hekimler. Bunun yansımasını da sahada görüyoruz. Bütün illerden fotoğraflar geliyor, katılımla ilgili paylaşımlar yapıyor meslektaşlarımız. Siyasi otorite yaklaşımına karşı aslında bir örgütlü mücadelenin önemi ortaya çıktı ve hekimler de bunu içselleştirdiler. Bu açıdan da çok sevindirici diye söyleyebilirim.
DÖ: Peki hocam grevden bahsediyoruz, taleplerden; çok özetle hekimler ne istiyorlar, talepleri neler ve bu grevin sonucunda ulaşmak istedikleri yer neresi?
ŞKF: Aslında “giderlerse gitsinler” söyleminde biliyorsunuz ücretlerini az buluyorlar ifadesi de vardı. Oysa ücretler aslında uzun zamandır tali bir talep. Tabii insanca yaşayabileceği ücretleri talep eder bütün insanlar ve hekimler de öyle ama daha önemli birtakım talepler var. Örneğin sağlıkta şiddet konusunda. Bu şiddetle karşı karşıya kalmak istemediklerini dile getiriyor hekimler ve özellikle de sağlıkta şiddete ilişkin düzenlenmiş olan yasal zeminin yeterli olmadığını, uygun koşullarda yer almadığını da ifade ediyorlar. TTB olarak biz bundan 11 yıl önce aslında bir tasarı hazırlamış ve sonrasında güncelleyerek bugüne kadar getirmiştik. Ayrı bir tasarı olması gerektiğini söylüyorduk ama bir torba yasaya ek madde olarak girdi ne yazık ki ve dolayısıyla yargı nezdinde de bilinirliği, uygulanabilirliği sınırlı oldu. Onun ötesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasından vazgeçilmesi gerektiğini ifade ettik ama ne yazık ki bu da gündeme gelmedi. Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun içerisinde buna yer verilmesi ve atıf yapılması gerektiğini söyledik, bunları yapmadılar. Dün yapılan açıklamada gördük ki buna ilişkin düzenlemeler yapılacağı sözü verildi. Tabii bu bir niyet. Bundan sonrasını göreceğiz. Tabii sağlıkta şiddetin ötesinde elbette uzun çalışma saatleri ve zorlu çalışma koşullarıyla ilgili düzenlemeler talep ediyor hekimler. Özellikle genç meslektaşlarımızın eğitim almaktayken eğitimin ötesinde sistemin yükünü taşımaya dönük uygulamalar kabul etmeyeceğimiz uygulamalar. Bunu defalarca dile getirdik ki Rümeysa Berin Şen’in kamyonun altında kaldığı o kaza aslında bir kaza da değil bir iş cinayeti ve bunu görünür kılmak, bunun üzerinden de çalışma saatleri ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep eden bir söylem geliştirmek bizim için bir zorunluluk. Bunun yanı sıra tabii çalışma koşullarımızla ilgili olarak güvencesizleştirme özellikle son yıllarda çok yaygınlaştı ve bu güvencesizleştirme her alanda karşımıza çıkıyor. Bununla ilgili güvenceli çalışma koşulları talep ediyor hekimler. Nitelikli hekimlik yapmak istiyorlar, iyi hekimlik yapmak istiyorlar, klinik özerkliklerine, bağımsızlıklarına dönük müdahalelere karşı çıkıyorlar. Beş dakikada bir hasta muayene edilemeyeceği aşikarken bizi o beş dakikaya zorlayan müdahalelere karşı bir tutum alıyorlar. Aslında yalnızca kendi hakları için değil, bu talepler aynı zamanda toplumun sağlık hakları için de böyle bir tutum içerisindeler. Tabii biliyoruz bu pandemi sürecinde balkonlara çıktı alkışladı insanlar, hakkınız ödenmez dedi siyasi otorite ve kamu otoritesi. Gerçekten de ödemediler hakkımızı. COVID-19 meslek hastalığı sayılsın dedik, bu düzenlemeyi talep ettik ama iki yıl geçti herhangi bir gelişme olmadı. Yıpranma payı talep ediyorlar hekimler bu salgında her yıl için 120 gün. Bunlar tabii bu taleplerin ötesinde, evet insanca yaşayabilecekleri bir ücret talep ediyorlar aynı zamanda emekliliğe yansıyacak dolayısıyla emekli olduklarında da insanca yaşama koşullarını sağlayabilecekleri talepleri var. Şöyle, İzmir Tabip Odamızın bir anketi vardı emekli hekimlerle ilgili. Geliriyle geçimini sağlayabilen emekli oranı %7,5. %92,5 emekli geliriyle geçinemiyor. Bu kadar zorlu bir alanda emek verip, yıllarını adayıp ardından böyle bir koşula maruz bırakılmak kabul edilebilir bir şey değil elbette.
RK: Hocam bir de bu “giderlerse gitsinler” durumu var. 2022’nin ilk iki ayında 192 hekim ihlal belgesi istedi sizden, yani TTB’den. Böyle bir belge isteniyor, dinleyicilerimiz için anlatalım; yurtdışına çıkabilmek için. Bu belgelerin sayısı da gittikçe artıyor. 2022’de 1405, notlarıma yanlış yazmadıysam. Gittikçe de artıyor bu belgeler. Bu 1405’e bakınca memlekette İngilizce eğitim veren iyi tıp fakültelerin sayısından daha az bu sayı. Öğrenci alıyor bu okullar, haydi mezun ettikleri de o kadar olsun varsayalım. Aslında bu çok yetenekli bir emek, dışarıya gitmeye kalkıyor demek. Gerçekten giderlerse gitsinler mi bunlar?
ŞKF: Şimdi öncelikle insanların memleketlerinden gitme gereksinimi duyması zaten kendi başına çok üzücü. Hiç kimse bir zorunluluk olmadan böyle bir yaklaşıma tutunmaz. Dolayısıyla gitmeleri onlar adına memleketlerini bırakıp gitmek, arkalarında sevdiklerini bırakıp gitmek, zorunda kaldıkları için, bir üzüntü kaynağı hepimiz için ama onun ötesinde Türkiye’deki sağlık ortamı için de bir üzüntü kaynağı olmalı. Çünkü özellikle genç meslektaşlarımız gitme yönünde. Tutunamıyorlar ve bunca emek verdikleri eğitimlerinin sonucunu başka bir ülkede kullanacaklar. Oysa biz burada hekimleri gitmek zorunda hissetmedikleri koşullar sağlayarak emek vermeleri için tutabilirdik. Bunu ne yazık ki başaramıyoruz. Tabii burada ciddi bir belirsizlikle karşı karşıya olmaları, gelecekleriyle ilgili kaygı duyuyor olmaları özellikle genç ve eğitimli insanların başka ülkelere gitme eğilimini de artırdı. Yalnızca hekimler değil aslında. Ama hekimler tabii ki sağlık ortamında ciddi bir sıkıntıya yol açacak böyle bir durum nedeniyle daha görünür oluyorlar. Çünkü hepimizin öyle ya da böyle sağlık sistemiyle bir teması var. Bizim geleceğimizi ellerimizden alıp götüren bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Yani giderlerse gitsinler asla diyemeyiz. Tabii ki geleceğimizde ihtiyacımız olan hekimler burada kalabilmeli, onun koşulları yaratılabilmeli. 1405 ciddi bir rakam aslında. Tıp fakültesinden mezun olan her 10 hekimden 1’i gidiyor anlamına geliyor bu. Bu mezun olan hekimlerin bir kısmının eğitim aldıkları tıp fakültelerinde nitelikli tıp eğitimi konusunda da soru işaretleri olduğunu unutmamak gerekiyor. Ardı ardına tıp fakültesi açmak işe yaramıyor. Tıpkı kocaman binalarla hastane açtık övünmesinin bir anlamı olmaması gibi. Çünkü ne binalar ne de adına tıp fakültesi denen yapılar bizim gerçekten nitelikli tıp eğitimini, nitelikli tıp hizmetini sunmamızla ilgili yeterli değil. İçerisindeki insanlar eğitimli, iyi yetişmiş, nitelikli, değerli hocalarıyla ve iyi yetişen genç meslektaşlarımızla var olabilir, ancak bunlar binalar ve tabelalar.
RK: Bir de diğer yandan sadece yurtdışına gitmeleri değil yani eğitimin, hekimliğin niteliğinin artması için uzmanlık yapılmasına ihtiyaç var ama örneğin son beş yıldır çocuk cerrahi, jinekoloji, göğüs cerrahi, beyin cerrahi dallarında uzmanlık sınavı sonrası kontenjanlar dolmuyor. Hekimler aslında bu mesleğin böyle dallarında kendilerini geliştirecek şekilde bir pozisyon almıyorlar. Bu da bir tür gitmek zaten. Yani kendisini daha ileri bir pozisyondan geri çekerek sistemden çıkıyor veya sistemin daha güvenli alanlarına kendilerini yerleştiriyor. Burada bir soru değil de durumu ifade ettim hocam, soruyu siz kurgulayıp cevabı verin.
ŞKF: Aslında içerisinde bir soru da barındırıyor. Bir de yorumla ilgili şöyle bir yanı var. Bir kere uzmanlık daha kıdemli bir hekimlik için gerekli olan bir durum değil. Uzmanlık, sonuçta bazı tedavilerin sürdürülebilmesi için gerekli uzmanlaşma alanları. Yoksa hekimler zaten tıp fakültesinden mezun olduklarında, eğer nitelikli bir tıp eğitimi almışlarsa nitelikli hekimler olarak alana katılıyorlar. Özellikle de koruyucu sağlık hizmetleri alanında, yani birinci basamak dediğimiz sağlık hizmetlerinde bizim bu nitelikli hekimlere çok ihtiyacımız var. Ama öyle bir noktaya geldik ki birincisi tam da böyle toplumda algılandığı için kendilerini uzmanlaşmak zorunda hissediyorlar hekimler. Çünkü birinci basamağın değersizleştirilmesiyle, yok sayılmasıyla beraber uzmanlaşmadan bir değerlerinin karşılık bulamayacağını düşünüyorlar. Bu ciddi bir sorun bence ama tabii bizim aynı zamanda uzmanlarımıza da gereksinimimiz var. Bir çocuk cerrahı olmazsa olmaz tabii ki bir çocuğun cerrahi gereksinimi geliştiğinde ya da bir kadın doğum uzmanı olmazsa olmaz, özellikle de komplike birtakım cerrahi kadın doğumu ilgilendiren jinekolojik gereksinimi gerektiğinde. Kalp-damar cerrahı olmazsa olmaz ama bunların planlamasını doğru yapmak gerekir, önceliği birinci basamağa vermek, ardından da her aşamada gereksinimi olan uzmanlık alanlarında eğitim alma duygusunu, eğitim alma isteğini köreltmemek gerekir. Örneğin malpraktis, taleplerden biri de oydu tabii, ben atladım. Malpraktisle ilgili yaklaşım, bir uygulama hatası olarak tanımlanan durumlar örneği yasal düzenlemeye göre tümüyle hekimin omuzlarına yüklenmiş sorumluluk. Oysa tıbbi uygulama hatası olarak gördüğümüz pek çok olayda sorun, sistemin aksaklıklarından kaynaklanıyor. Anlat doktor dediniz, iki gün önce genç bir meslektaşım, öğrencilerimden biri başına geleni anlattı; 2012 yılında bir tedavi süreci izliyor ama 2016 yılında tıbbi uygulama hatası gerekçesiyle tazminat davasında bilir kişi görüşü 2012 yılında var olmayan bir tedaviyi neden uygulamadı diye onu kusurlu buluyor. Dört yıl sonra yeni ortaya çıkmış bir tedaviyi 2012’de meslektaşımızın bilmesini varsayıyorlar. Bilir kişiden tutun da yasal düzenlemelere kadar çok ciddi sorun var. Kaldı ki meslektaşımızın bulunduğu ilde 2022 yılında da o tedaviyi uygulama olanağı yok. Çünkü onunla ilgili gerekli yapı yok. Dolayısıyla zaten 2012’de olmayan bir tedavi yöntemi iki meslektaşımızın bulunduğu yerde zaten halen geliştirilmiş değil. Dolayısıyla böyle çok ciddi sorunlar var ve buna karşı iki milyon lira tazminat istiyorlar meslektaşımızdan. Hayatı boyunca kazanamayacağı bir paradan söz ediyoruz. Bu koşullar karşısında artık meslektaşlarımız riskli olarak tanımladıkları alanlarda uzmanlık almak istemiyorlar. Evet, bu da bir gidiştir, bu da bir terk etmedir. Bence bir an önce bütün bu sorunları çözecek bir sağlık sistemini kurgulamak ve bu sağlık sistemini hayata geçirmek gerekir. Sağlıkta dönüşüm programının buna yanıtı olmadığını yirmi yıl içerisinde hep beraber gördük.
RK: Birinci basamak meselesinde de benzer bir durum var. Şu anda uygulanan birinci basamak aslında önleyici hekimlik ya da koruyucu hekimlik alanında değil, tedavi edici hekimlik alanında gelişmeye teşvik ediyor. Üstelik hekimleri bir anlamda da taşeronlaştırıyor. Biz kurye meselesinde duyduk ya yeni bir kavram olarak esnaf kuryeyi. Yani kuryenin sözleşme yaparak şirketin bir taşeron şirketi haline gelmesi. Burada da sağlık bakanlığının alt hizmetini veren şirketler haline gelmeye teşvik ediyor hekimleri. Burada da bir problem var. Hakikaten baştan yapılandırmamız gerekiyor. Bana kalırsa sosyalizasyon talep edilmesi gerekiyor. Yeni sağlıkta baştan ücretsiz kamu sistemi kurulmasını talep etmemiz gerekiyor. Sizin de böyle bir talebiniz olduğunu tahmin ediyorum.
ŞKF: Bizim 90’lardan hatırladığım bir afişimiz var, her zaman o afişi bütün afişlerimiz arasında ayrı tutmuş ve çok sevmişimdir; bir nüfus cüzdanı vardır afişte ve nüfus cüzdanı olan herkese ücretsiz sağlık hizmeti talep eder. TTB başından beri bunu ifade eder; eşit der, ücretsiz der ve tabii ki bunun tüm toplumun gereksinimi olduğu aşikâr. Bunun yanı sıra evet sosyalizasyon Türkiye’nin her yerine ulaşabilir ve insanların ulaşabildiği bir ekiple çalışmasının mümkün kılındığı, bu ekip çalışmasının aynı zamanda yalnızca bizim sağlık diye gördüğümüz fiziksel ve ruhsal iyilik hali için uğraşan ve koruyan değil ama evine yemek götürüp götüremediğinden, sobasını yakıp yakamadığına, içme suyunun temiz olup olmadığına, bu içme suyunu kirleten tüm o sanayi sistemlerine yönelik çalışmalar yürüten bir mekanizma gerekiyor. Zamanında bununla ilgili önemli adımlar atılmış ve ne yazık ki çalışma koşulları umutsuzlaştırılmıştı. Basamaklaştırılmış bir sağlık sisteminin aynı zamanda bir hekim alanı olduğunu da, hekimliğin de bir eğitimden geçtiğini de unutmamak gerekiyor. O basamaklaştırılmış sağlık sisteminde siz basamaklarla ileriye doğru yönlendirildiğinizde başvuran hastalarınızı sonrasında da size geri dönük olarak, “evet bu yönlendirme yerindedir, yerinde bir yönlendirme yaptınız ve sonucunda biz buna ulaştık” bilgisi geldiği, hekimi geri beslediği, dolayısıyla hekimin bundan sonra gelecek hastalarında da benzer bir bilgiyle hareket edebileceğini görebilen bir sistem çok önemli. Geri bildirimlerle yürüyen bir sistem. Çünkü biz hep söyleriz, hekimlik usta çırak ilişkisidir. Ustalarımız alandayken de bize geri bildirimler vererek bu eğitimi güçlendirir ve zenginleştirir. Dolayısıyla haklısınız, evet; taşeron şirketler yerine yalnızlaştırılmış, mücadele gücü zayıflatılmış, tek tek hekimler yerine bir arada bir ekip çalışması içinde dayanışmayla emek vereceğimiz bir sağlık sistemine ihtiyaç var.
DÖ: Hocam hem taleplere baktığımızda hem de bu konuşmaya baktığımızda aslında iki hattı bir arada konuştuğumuzu görüyoruz. Hekimler yaşayabilmek istiyorlar ve yaşatabilmek istiyorlar. Hem sisteme yönelik talepleriniz var hem de hekimlerin haklarına yönelik talepleriniz var. Fakat bu seferki kampanya süreciyle ilgili belki fark da var mı diye üzerinde konuşmak isterim. Hekimler bu sefer her şeyi anlatıyorlar, çünkü bu sağlıkta dönüşümle beraber gelen değişikliklerin nasıl etkileri olduğu genel olarak çok bilinmiyormuş bilgisi artık hakim. Şirketleştirilmiş aile hekimliği meselesi, COVID-19’un meslek hastalığı olmaması meselesi, hekimlerin günlük hayatta karşılaştıkları zorluklar ve bu sistemin hekimlerin üzerine bindirdikleri yükler aslında bugüne kadar başka bir iletişimle üstü örtülüp hep yine hekimin sorumluluğuymuş gibi gösterilmişti. Bir yandan bu iletişimle de mücadele ediyorsunuz ve aslında ne olduğunu da anlatmaya çalışıyorsunuz. O yüzden bu süreçteki zorluklardan biri de alanı temizlemek ve meseleyi doğru aktarabilmek öyle değil mi?
ŞKF: Evet, en zor yanlarından birisi bu alanı temizlemek. Aslında biz gördük ki alanı en azından hekimler için temizlemiş ve sağlıkta dönüşümün olumsuzluklarını görünür kılmışız. Şimdi kamuoyunun da bilgisine sunmaya daha fazla gayret ediyoruz ki aslında bu sağlıkta dönüşüm, sağlıkta şiddetin de, bu taşeronlaşmanın da, bu yalnızlaşmanın da nitelikli hekimlik sunma engellerinin de sebebi. Onun için çok teşekkür ederim. Gerçekten tam da sizin ifade ettiğiniz gibi.